Son yıllarda, dünya genelinde ve özellikle ülkemizde yoksulluk, işsizlik ve sosyal eşitsizlik gibi sorunlar giderek derinleşiyor. Bu durum, toplumun birçok kesiminde duyarsızlık ve vicdansızlık algısını tetikliyor. Peki, 'vicdansızlar' kimlerdir? Bu kavramlar, sosyo-ekonomik yapı içinde nasıl bir yer ediniyor? Yaşanan sıkıntıların görünmeyen yüzü, toplumsal değerlerin erozyona uğraması ile nasıl bir bağ kuruyor? İşte, bu haberimizde vicdansızlık olgusunu ve onun etrafında şekillenen yoksulluk hikayelerini ele alacağız.
Yoksulluk, sadece maddi bir eksiklik değil; aynı zamanda sosyal bir çaresizlik, geleceksizlik ve özelikle ruhsal bir yıkım olarak karşımıza çıkmaktadır. Birçok birey, temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çekerken, toplumun diğer kesimlerinde bu durumla yüzleşme konusunda bir aldırmazlık hâkimdir. "Zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul" sloganı, artık birçok kesim için sıradan bir mantra haline gelmiştir. İşte bu noktada, toplumsal vicdani sorumluluklar devre dışı kalmakta ve birçok insan, çevresindeki acılara kayıtsızlaşmaktadır.
Yoksulluğun bir başka yönü de, bu durumu yaşayan bireylerin seslerini ve hikayelerini toplumdan yalıtmasıdır. İhtiyaç sahipleri, kıyafet, gıda veya barınma gibi en temel ihtiyaçları için bile çeşitli zorluklarla karşılaşmakta; aynı zamanda bu süreçte dışlanarak sosyal ilişkilerden de uzaklaştırılmaktadır. Böylece, görünmeyen bir sosyal acı yaratılmakta ve bu acı, vicdani kayıtsızlığı besleyen bir döngü haline gelmektedir.
Vicdansızlık, yalnızca kelime anlamıyla sınırlı kalmayan bir olgudur. Toplumsal ilişkilerdeki soğukluk, sunulan sosyal yardımların yetersizliği ve bireylerin birbirine olan ilgisizliği, bu kelimenin kapsamını genişletmektedir. Ülkemizde, yardıma muhtaç insanlara karşı duyulan merhamet giderek azalmakta, "bana ne" yaklaşımı yaygınlaşmaktadır. İşte bu aslında, vicdansızlık anlayışını yeniden sorgulamaya iten bir durumdur. Acaba çevremizdeki ihtiyacı olanlara yeterince dikkat ediyor muyuz, yoksa kendi hayatımızın konforuna kapılarak bu durumu görmezden mi geliyoruz?
Yardımlaşmanın ve dayanışmanın azaldığı günümüzde, bireylerin kendilerini sorgulaması gerekiyor. Yardım etmek, sadece bir bireyin moral ve motivasyonunu artırmakla kalmaz; aynı zamanda toplumsal bağları güçlendirir. Vicdansızlık, karamsar bir tablo çizmektedir, ama bu tabloyu değiştirmek hâlâ mümkün. Toplum olarak, empati duygusunu yeniden canlandırmak, yoksulluk ve çaresizlik karşısında hevesle yardım etmek gerekmektedir. Bu nedenle, duygusal yatırımlarımızı başkalarıyla paylaşmak, yaralarımızı sarmak için kritik bir öneme sahiptir.
Sonuç olarak, vicdansızlık kavramı, içinde bulunduğumuz koşullarla sıkı bir örtüşme yaşamaktadır. Yoksulluk ve çaresizlik, sadece bireyler için değil, aynı zamanda bir bütün olarak toplumlar için de risk oluşturmaktadır. Belirttiğimiz gibi, yardımlaşma ve empati, toplumsal dayanışmayı güçlendiren unsurlardır ve bunların yokluğu, vicdansızlık algısını körüklemektedir. Bizler, toplum olarak bu döngüyü kırmak ve daha merhametli bir dünya kurmak için sorumluluğumuzun farkında olmalıyız.