Son dönemde ülkemizde sıkça tartışılan ceza hukuku meselelerinden biri olan "kendini savunma" durumu, bir liseli genç kızın trajik hikayesiyle yeniden gündeme geldi. Azra, yaşadığı korkunç taciz olayının ardından kendini savunmak amacıyla tacizcisini öldürmüştü. Bu olay halkı ikiye bölerken, mahkeme süreci de oldukça dikkat çekici gelişmelere sahne oldu. Azra'nın davası, kadın hakları savunucularının, adalet sisteminin ve toplumun genelinin yakından izlediği bir olay haline geldi.
Olay, geçen yaz Azra'nın okulu yakınlarında yaşandı. Genç kız, sürekli olarak rahatsız edilen bir kişi tarafından hedef alındığını belirtmişti. Önceki günlerde Azra, şikayetçi olduğu tacizciyle yüzleşmek zorunda kaldı. Her şey bir tartışma ile başladı ve Azra, kendisini savunmak cedurumu ile olayın sonucunda aklında kalacak bir karara imza attı. Tacizcisi, Azra'nın üstüne yürümeye teşebbüs ettiğinde genç kız bir silahla karşılık vererek onu vurdu. Olayın ardından Azra hemen tutuklandı ve başlatılan soruşturmalar neticesinde mahkeme süreci başladı.
Mahkeme, Azra'nın sürekli taciz edilen bir kişi olduğunu, yaşadığı korkuyu ve stresin boyutunu dikkatlice inceledi. Davanın ilk duruşmasında sunulan deliller, Azra'nın ruh hali ve olay anındaki savunma mekanizmaları üzerinde yoğun bir şekilde değerlendirildi. Psikologlar, genç kızın yaşadığı travmatik anları destekleyen raporlar sundu. Bunun yanı sıra, taraflar arasında yaşanan çatışmanın boyutu ve Azra'nın durumu dikkate alınarak, olayın cinayet olarak mı, yoksa kendini savunma durumu olarak mı değerlendirilmesi gerektiği tartışıldı.
Azra'nın davası, önce genç kızın mahkemede yaşadığı travmanın etkisi altında, sonra ise toplumsal bir farkındalık yaratma konusunda geniş yankı buldu. Kadın hakları savunucuları, Azra'nın yaşadığı travmanın yalnızca kişisel bir sorun olmadığını, aynı zamanda toplumda yaşanan genelleşmiş bir sorunun yansıması olduğunu dile getirdi. Sosyal medya kampanyaları, geniş bir kitle tarafından desteklendi; #GazeteciVeErkekŞiddeti, #AzraSavunmaHakkınaSahip gibi hashtag'ler öne çıktı.
Birçok ünlü isim, Azra'nın yanında durarak onun hikayesinin, genç kızların yaşadığı benzer durumlarla ilgili farkındalık yaratması gerektiğini vurguladı. Türkiye'nin farklı bölgelerinden gelen destek mesajları, Azra'nın davasının sadece kişisel bir durum olmadığını, aynı zamanda bir toplumsal bilinçlenme mücadelesi olduğunu gösteriyor. Azra'nın avukatı, bu dava sonucunda tüm dünyanın gözlerinin Türkiye adalet sistemine dönmesine neden olduğunu, böylece benzer davaların da çaresiz kalmadan çözülmesine ön ayak olabileceğini düşündüğünü belirtti.
Mahkemenin önümüzdeki günlerde vereceği karar, hem Azra'nın hayatını ve geleceğini hem de toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgilenen kesimlerin durumu açısından büyük önem taşıyor. Adaletin yerini bulup bulmayacağı merakla bekleniyor.
Sonuç olarak, Azra'nın hikayesi, sadece bir bireyin yaşadığı dram değil, aynı zamanda Türkiye'de ve dünyanın farklı yerlerinde kadınların karşılaştığı sorunları gözler önüne seriyor. Taciz, cinsiyet eşitsizliği, toplumsal baskılar derken, Azra’nın davasıyla birlikte birçok konu tekrar gündeme geldi. Kadın hakları için mücadele eden aktivistler, bu tarz davaların daha fazla görünür olması gerektiğine dikkat çekerken, Azra'nın durumu kadınların sesinin duyulmasına öncülük eden bir örnek teşkil ediyor.